Güne erken başladık; 08:30'da Manhattan'daydık.
İkinci günkü planımız "The Museum of Modern Art" (MOMA)'yı gezdikten sonra Central Park'ın içinden yürüyerek "The Metropolitan Museum of Art (MET)'i gezmekti.
Toplamda 6 km'lik bir yürüyüş bizi bekliyordu. Tabi müzelerin içinde kat ettiğimiz yolu saymazsak.
İkinci günkü planımız "The Museum of Modern Art" (MOMA)'yı gezdikten sonra Central Park'ın içinden yürüyerek "The Metropolitan Museum of Art (MET)'i gezmekti.
Toplamda 6 km'lik bir yürüyüş bizi bekliyordu. Tabi müzelerin içinde kat ettiğimiz yolu saymazsak.
"Times Square" yolumuzun üzerinde olduğu için ilk gördüğümüz yer oldu. Fotoğraflardan ve televizyondan gördüğüm kadarıyla, etkileyici bir meydan bekliyordum. Fakat benim için tamamen hüsran oldu.
"Times Square" ön cephesinde reklam panolarının yer aldığı bir bina, ve binanın hemen önünde fotoğraf çektirmek için olduğunu düşündüğüm merdivenlerden ibaret. Zaman zaman etkinliklerin, televizyon çekimlerinin yapıldığı; batman, superman gibi süper kahraman kostümü giymiş kişilerle para karşılığı fotoğraf çektirebildiğiniz bir yer bana göre...
"Times Square" ön cephesinde reklam panolarının yer aldığı bir bina, ve binanın hemen önünde fotoğraf çektirmek için olduğunu düşündüğüm merdivenlerden ibaret. Zaman zaman etkinliklerin, televizyon çekimlerinin yapıldığı; batman, superman gibi süper kahraman kostümü giymiş kişilerle para karşılığı fotoğraf çektirebildiğiniz bir yer bana göre...
Görenler benimle aynı fikirde mi merak ediyorum.
Kısa bir yürüyüşten sonra MOMA'ya vardık.
Müze saat 10:30'da açıldığı için, beklemek zorunda kaldık. İyi ki de öyle olmuş, ortasında bir havuz ve etrafında heykellerin olduğu huzur dolu bir bahçesi olduğunu öğrenemeyecektik.
İçeride ilk katlarda modern sanatın bin bir çeşidine rastlamak mümkün. Açıkçası modern sanattan 'henüz' bir şey anlamadığımdan, "buraya niye geldik?", "zaman kaybı" demekten kendimi alamadım . Tabi sadece içimden:) Müze gezmek için tutturduktan sonra offf çok sıkıcı hadi çıkalım diyemiyorsunuz.
Üst katlara çıktıkça iyi ki de gelmişim diyorsunuz. Van Gogh, Picasso; Klimt, Monet , Gauguin vd... Sadece bu tabloların önü oldukça kalabalık olduğundan görebilmek için bayağı bir beklemeniz gerekebiliyor; ya da fotoğraf çekerken insanları karenin dışında tutabilmek için tabloları yamuk çekebiliyorsunuz:)
Çocuklar Picasso tablosunu yorumlarken
Bütün müzelerde girişlerde, montlarınızı ve sırt çantalarınızı bırakabileceğiniz vestiyerler mevcut. Zaten sadece küçük çantaları alıyorlar, sırt çantalarınızı içeri almıyorlar. Yanınıza değerli eşyalarınızı alıp girebiliyorsunuz.
Sonraki müzemize gitmeden önce öğle yemeğimizi "Central Park" ta yedik. Sandviç ve çayımızı alıp bir bankta güzel havanın ve parkın keyfini çıkarttık. Park herkesin söylediği gibi şehrin ortasında ayrı bir dünya. Sadece doğa olarak değil, günün her saati koşmaya gelenleri , insan canlısı sincapları, enstrüman çalan, dans eden insanları ile kocaman bir etkinlik alanı.
Biz bir sonraki durağımıza gitmek için yemeğimizi yedikten sonra parkın içinden hızlıca yürüdük. Fakat başka bir gün daha uzun vakit geçirmek ve parkı keşfetmek için geri döndük.
Biz de müze haritasından en çok görmek istediğimiz galerileri seçerek gezdik.
Mısır, Asya, Türk, İslam, Ortaçağ, Afrika, Amerika, Yunan ve Roma sanatından , her bir dönemin tablolarından, müzik aletlerinden ve sayamadığım daha bir çok dönemden koleksiyona sahip bir müze. Hatta Mısır'dan getirilmiş bir tapınak bile var.

Birincisi; müzede dolaşırken Türk ve Ortadoğu eserlerinin olduğu bölüme geldik. Küçük bir oda şeklinde ayrılmış ve içinde Türk halıları olan bir galeri vardı. Galerinin hemen önündeki koltuğa oturdum gayri ihtiyari kafamı kaldırdım; "Koç Ailesi Galerisi" yazıyordu.

Biz yine de son enerji kalıntılarımızla otobüsten indiğimiz yere çok yakın olduğu için Grand Central Terminal'i gezdik.
Aslında çok gezilecek bir yeri de yok diyebilirim. Bildiğimiz tren istasyonu fakat mimarisi ve içeriye girilince karşınıza çıkan büyük ana holü, tavanındaki gökyüzü tasviri ve bu tasvirdeki binlerce yıldız ile görülmeye değer. Ayrıca içinde bir de Apple Store mevcut.
Gönül ister ki bütün fotoğrafları burada yayınlayabileyim ve müzenin her bir noktasından bahsedebileyim ama bu pek mümkün gözükmüyor. O yüzden size beni etkileyen bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum:
İkincisi; Burhan Doğançay tablosuyla karşılaştığım andı.
Gitmeden önce bilmiyordum açıkçası ve her ikisinde de gözlerim doldu.
--------------------
Bu arada İstanbul Taksim Tarlabaşı'ndaki Burhan Doğançay müzesini de muhakkak görmelisiniz. Müzedeki görevli hemen hemen hiç kimsenin gezmeye gitmediğini , pek bilen kişinin olmadığını söyledi. Üzüldüm!
--------------------------
Üçüncüsü; Türkiye'den 'götürülmüş' eserleri orada görmek içimi burktu. Onları görmeye insanlar, İstanbul'a veya İznik'e gitmeli diye düşündüm New York'a değil...
Dördüncüsü ve sonuncusu; tablolarından ve tekniğinden etkilendiğim yeni bir ressam keşfetmem oldu. (Tabi kendi adıma keşfetmem ,eminim başkaları çok önce fark etmiştir.)
Amerikalı ressam Chuck Close; belki siz de seversiniz.
Yorgunluktan bitap düştüğümüzden eve giderken bineceğimiz otobüse gitmek için, yürümek yerine otobüse binmeyi tercih ettik.
Gündüzleri bu tempoda gezerseniz akşamları hiç bir şey yapmaya haliniz kalmıyor ve uykuya dalmanız sadece 1 saniye sürüyor.
Aslında çok gezilecek bir yeri de yok diyebilirim. Bildiğimiz tren istasyonu fakat mimarisi ve içeriye girilince karşınıza çıkan büyük ana holü, tavanındaki gökyüzü tasviri ve bu tasvirdeki binlerce yıldız ile görülmeye değer. Ayrıca içinde bir de Apple Store mevcut.
"Sanat görülebilir olanı yeniden yaratmaz, görülebilir kılar." (Paul Klee)
İsveç Asgari Ücret
YanıtlaSil